Her şeyin ters gittiği, bir türlü düzelmeyen günler olur ya, hah.
Tam öyle bir gün yaşadık geçenlerde, Şebnem'le.
Sonra büyük bir yorgunlukla Büyükpark'a attık kendimizi, bir banka.
Gün düzelmeyecekti, belli ki. Daha da kötüleşecek.
Kafayı arkaya atıp, saatlerce öyle baktık bir de.
Ne kadar zaman geçmiş bilmiyorum, ama şu gördüğümüz öyle huzurluydu ki bize o gün.
Ben ona, eskiden halamın evinin tavanının da böyle parke gibi olduğundan bahsettim. Sonra her seferinde acaba tağ oraya kadar ulaşıp nasıl sildiği aklımıza takıldı. Onun da bir fikri yoktu. Belki bezle, belki de vileda gibi bir şey. Belki de şu uzun, silmelik şeylerden. Ama eskiden onlardan ne arasın ki.
Zaten bilinenin aksine, hiç de sevmezdim o evi. Bir arka bahçesi vardı.
Orda hep kötü şeyler olduğunu düşünürdüm, çünkü hiç çıkarmazlardı beni.
Laps diye açılan bir kapısı vardı, hiç hayra alamet bir yer değildi bence.
Mutfaktan geçilirdi bir de oraya.
Belki de sadece aile büyüklerinin haberinin olduğu, insan görünümlü, ağızları yüzleri büzüşmüş yaratıkları besliyorlardı. Eniştem arada sırada çıkıp bir şeyler kontrol eder içeri girerdi çünkü.
İnsan görünümlü yaratıklardan başka neyi besleyebilirdi ki allasen?
Halam da onun yardımcısıydı işte.
Hem şahsi fikrim, artan yemekleri onlara taşıması için kendi elleriyle verirdi. Buraya da yazıyorum.
Yağ, çocukluğumdan kalma bir bilinçaltı sendromunu da paylaşmış oldum.
Belki babam bunca şey düşündüğümü bilse, çıkarırdı beni oraya. Ama hiç söylemedim.
Ketumum ben çünkü.
Hem o kadar kurmuşum kafamda, şimdi bu hayalgücünün karşısında, bir köpek falan görsem üzülmez miyim?
Bir tavan görüp de, bu kadar çok şey düşünebilen insan evladıyım tabi.
Sınavlar bitti, şimdi de yurdumda internet yok. Bir türlü kavuşamıyoruz.